Borsa Bilgileri
enflasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
enflasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Eylül 2010 Pazar
12 Eylül 2010 Pazar
Ahkâm kesenler biliyor mu?
1995’te yayımlanan bir akademik çalışmadan alıntıyla başlayayım: “Dalgalı döviz kurları üzerinde, olağanüstü dönemler dışında, makroekonomik değişkenlerin kalıcı ve güçlü etkileri olduğuna dair çok az bulgu var. Bu tür
negatif bulgular döviz kuru hakkında araştırma yapmak için mesleği önemli ölçüde karamsarlığa itti.”
Söz konusu makroekonomik değişkenler enflasyon, faiz haddi, cari işlemler dengesi, gelir düzeyi gibi değişkenler. Farklı bir ifadeyle, Türkiye’de döviz kuru üzerinde durmadan söz söyleyenlerin önemli bir kısmının, döviz kuru şu ya da bu düzeyde olması gerekir dediğinde dayandıkları değişkenler bunlar. Ne diyor bu araştırmacılar? Mesela, cari işlemler açığı ya da enflasyon ile döviz kuru arasında ilişki olduğuna dair bir bulgu yok diyorlar.
Elbette iki araştırmacı söyledi diye böyle olması gerekmiyor. Ama bu tür bulgulardan iktisat yazınında çok var. Bu alanda son yıllarda yazılmış kitaplara şöyle bir göz atıldığında açık bir itiraf hemen gözünüze çarpar. Döviz kurunun nasıl belirlendiğini açıklamaya çalışan kuramların nasıl da başarısız olduklarına dairdir bu itiraf.
2001 yılında yayımlanan bir kitabın birinci bölümünün ilk satırlarında şunlar yazılı:
“Büyük bir bankada döviz piyasasında döviz alım ve satımı yapmaktan sorumlu bir arkadaşımın daveti üzerine çalıştığı yere gittim ve birkaç gün onu izledim. O sıralarda, döviz kurunun nasıl belirlendiği üzerinde doktora tezimi çoktan bitirmiştim ve kendimi bu alanda bir uzman olarak görüyordum.” Devam ediyor:
“Yanılmışım. Arkadaşım, yanında kaldığım her gün ortalama bir milyar dolar tutarında alım satım yaptı. En ufak işlemi 1 milyon dolar, ‘normal’ bir işlemi ise 10 milyon dolar kadardı. Döviz kurlarının makroekonomik değişkenlere bağlı olarak hareket ettiklerine dair inancıma karşın, arkadaşım alım-satım yaparken bu tür haberlerle hiç ilgilenmiyordu.
Bu kitap, arkadaşımın yanına oturduğumda döviz kuru hakkında bildiğimi düşündüklerim ile onun yanında otururken gördüklerim arasındaki büyük fark ile ilgili.”
Döviz kurunun nasıl belirlendiğine dair kuramsal çalışmaların başarısızlığı apaçık ortada iken, Türkiye’de “döviz kuru şu düzeyde olmalıdır” şeklinde hem de ortalığı velveleye verecek şekilde demeçler verilmesi, Merkez Bankası gibi önemli kurumların saygınlığını zedeleme pahasına onların ağır biçimde eleştirilmesi, hadi başka bir sözcük kullanmayayım, bana çok ‘ilginç’ geliyor.
Döviz kuru çok önemli bir değişken. İhracat ve ithalatın önemli belirleyicilerinden biri. 1990’lı yılların başlarından itibaren, çoğu ülkenin uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaları azaltmaları ya da kaldırmaları ile döviz kuru daha da önemli bir değişken haline geldi. Türkiye gibi çok uzun süre yüksek enflasyonla dost olmuş ülkelerde döviz kurunun bu önemi daha da artıyor. Tüketim ve yatırım kararlarını etkiliyor, enflasyonun temel belirleyicilerinden biri oluyor. Günlük konuşmalarda, yazılı ve görüntülü medyada sık sık ele alınıyor, tartışma konusu ediliyor.
Bir süre döviz kuru hakkında yazacağım. Elbette gündem izin verdikçe.
Meraklısına not: İlk alıntı Uluslararası Ekonomi Elkitabı’nın üçüncü cildinde 1995 yılında yayımlanan Frenkel ve Rose adlı iki iktisatçının çalışmasından. Sözünü ettiğim kitap ise, R. Lyons’un MIT yayınlarından 2001’de çıkan ‘Döviz kurlarına mikro yapısal yaklaşım’ adlı kitabı.
Fatih Özatay-Radikal 12/09/2010
negatif bulgular döviz kuru hakkında araştırma yapmak için mesleği önemli ölçüde karamsarlığa itti.”
Söz konusu makroekonomik değişkenler enflasyon, faiz haddi, cari işlemler dengesi, gelir düzeyi gibi değişkenler. Farklı bir ifadeyle, Türkiye’de döviz kuru üzerinde durmadan söz söyleyenlerin önemli bir kısmının, döviz kuru şu ya da bu düzeyde olması gerekir dediğinde dayandıkları değişkenler bunlar. Ne diyor bu araştırmacılar? Mesela, cari işlemler açığı ya da enflasyon ile döviz kuru arasında ilişki olduğuna dair bir bulgu yok diyorlar.
Elbette iki araştırmacı söyledi diye böyle olması gerekmiyor. Ama bu tür bulgulardan iktisat yazınında çok var. Bu alanda son yıllarda yazılmış kitaplara şöyle bir göz atıldığında açık bir itiraf hemen gözünüze çarpar. Döviz kurunun nasıl belirlendiğini açıklamaya çalışan kuramların nasıl da başarısız olduklarına dairdir bu itiraf.
2001 yılında yayımlanan bir kitabın birinci bölümünün ilk satırlarında şunlar yazılı:
“Büyük bir bankada döviz piyasasında döviz alım ve satımı yapmaktan sorumlu bir arkadaşımın daveti üzerine çalıştığı yere gittim ve birkaç gün onu izledim. O sıralarda, döviz kurunun nasıl belirlendiği üzerinde doktora tezimi çoktan bitirmiştim ve kendimi bu alanda bir uzman olarak görüyordum.” Devam ediyor:
“Yanılmışım. Arkadaşım, yanında kaldığım her gün ortalama bir milyar dolar tutarında alım satım yaptı. En ufak işlemi 1 milyon dolar, ‘normal’ bir işlemi ise 10 milyon dolar kadardı. Döviz kurlarının makroekonomik değişkenlere bağlı olarak hareket ettiklerine dair inancıma karşın, arkadaşım alım-satım yaparken bu tür haberlerle hiç ilgilenmiyordu.
Bu kitap, arkadaşımın yanına oturduğumda döviz kuru hakkında bildiğimi düşündüklerim ile onun yanında otururken gördüklerim arasındaki büyük fark ile ilgili.”
Döviz kurunun nasıl belirlendiğine dair kuramsal çalışmaların başarısızlığı apaçık ortada iken, Türkiye’de “döviz kuru şu düzeyde olmalıdır” şeklinde hem de ortalığı velveleye verecek şekilde demeçler verilmesi, Merkez Bankası gibi önemli kurumların saygınlığını zedeleme pahasına onların ağır biçimde eleştirilmesi, hadi başka bir sözcük kullanmayayım, bana çok ‘ilginç’ geliyor.
Döviz kuru çok önemli bir değişken. İhracat ve ithalatın önemli belirleyicilerinden biri. 1990’lı yılların başlarından itibaren, çoğu ülkenin uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaları azaltmaları ya da kaldırmaları ile döviz kuru daha da önemli bir değişken haline geldi. Türkiye gibi çok uzun süre yüksek enflasyonla dost olmuş ülkelerde döviz kurunun bu önemi daha da artıyor. Tüketim ve yatırım kararlarını etkiliyor, enflasyonun temel belirleyicilerinden biri oluyor. Günlük konuşmalarda, yazılı ve görüntülü medyada sık sık ele alınıyor, tartışma konusu ediliyor.
Bir süre döviz kuru hakkında yazacağım. Elbette gündem izin verdikçe.
Meraklısına not: İlk alıntı Uluslararası Ekonomi Elkitabı’nın üçüncü cildinde 1995 yılında yayımlanan Frenkel ve Rose adlı iki iktisatçının çalışmasından. Sözünü ettiğim kitap ise, R. Lyons’un MIT yayınlarından 2001’de çıkan ‘Döviz kurlarına mikro yapısal yaklaşım’ adlı kitabı.
4 Eylül 2010 Cumartesi
Merkez Bankası tahmin modelini değiştiriyor
Gazetenin 10 ağustos 2010 tarihindeki haberinin başlığı dikkat çekici: ‘Merkez Bankası hatalı tahminlerden sonra tahmin modelini gözden geçiriyor.’ Alt başlık ise şöyle: ‘Resesyon olacağını tahmin edemeyen ve enflasyondaki yükseliş eğilimini öngöremeyen Merkez Bankası tahmin modelini gözden geçirip yenilemek için 7 milyon liralık kaynak ayırdı.’
Haberin devamında enflasyon hedeflerinin sürekli ıskalanmasının ve ileriye yönelik olarak yapılan enflasyon tahminlerinin bir sonraki enflasyon raporlarında önemli ölçüde değiştirilmesinin, Merkez Bankası’nın temel amacına ulaşmakta başarısız olacağı görüşünü yaygınlaştırdığı vurgulanıyor. Son elli bir ayın kırk ikisinde enflasyonun hedefin üzerinde kaldığına dikkat çekilen yazıda, Merkez Bankası Başkanı’nın yedi kez Hükümet’e mektup yazarak bu başarısızlığın nedenlerini açıklamak zorunda kaldığı belirtiliyor.
Bir de çarpıcı örnek var: Küresel krizin iyice şiddetlenmesinden sadece birkaç hafta önce yayınladığı Enflasyon Raporu’nda (Ağustos 2008), 2009’da ekonominin küçülmeyeceğini, ama büyüme de olmayacağını tahmin ettiği belirtiliyor Merkez Bankası’nın. Oysa 2009’da ekonominin yüzde 6.6 oranında küçüldüğüne dikkat çekiliyor.
Uzmanların ilk belirlemelerine göre kullanılmakta olan modelin temel eksikliği şu: Model, genel olarak finansal piyasalardaki, özelde de kredi koşullarındaki değişikliklerin ekonomi üzerindeki etkilerini yeterince yansıtmıyormuş.
Buraya kadar yazdıklarımda şimdi şu değişiklikler yapayım: ‘Gazete’ değil de ‘Telegraph’ olacak. ‘Merkez Bankası’ yerine ‘İngiltere Merkez Bankası’ gelecek. ‘7 milyon lira’ yerine ‘3.5 milyon sterin’ koymam gerekiyor. Geriye kalan ise aynen yerinde duracak.
Evet, bu haber İngiltere Merkez Bankası’nı ilgilendiriyor. İleriye yönelik tahmin yapanların işlerinin ne kadar zor olduklarını gayet güzel anlatıyor. Üstelik bu tahminleri yapan, tahminlere göre faiz kararı vermek durumunda olan bir merkez bankası için işin zorluk derecesi inanılmaz artıyor.
Türkiye’de de enflasyon tahminleri açısından durum farklı değil. Ağustos ayının başında bu diziye başladığımda, hem tahmin hatalarını gösteren, hem de tahminlerde sık aralıklarla yapılan önemli değişiklikleri özetleyen bazı tablolar vermiştim. Tekrarlamama gerek yok.
Enflasyon hedeflemesi rejiminin bizdeki uygulamasında neyin aksadığını ve dolayısıyla bu aksaklığa karşı ne yapılması gerektiğini sanıyorum yeterince ele aldım. Enflasyondaki temel göstergelere değil de ana tüketici enflasyonunun kendisine tepki vermek, artık giderek bana çok daha anlamlı geliyor. TCMB’nin bu alternatifi ciddi biçimde düşünmesi ve tartışması, hem kendi kredibilitesi için hem de herkes için yararlı olacak.
Ama iş ileriye yönelik tahminlere gelince, aynı keskinlikte ve açıklıkta bir öneri geliştirmek zor görünüyor. İngiltere için geçerli olan, Türkiye için daha çok geçerli. Çünkü bizim gibi ülkelerde enflasyon dış koşullardan çok etkileniyor ve tahmin yapmak gerçekten oldukça zor bir iş. Ama ne yapalım ki faiz kararlarını alabilmek için TCMB’nin bu tahminlere ihtiyacı var.
TCMB temel enflasyon göstergelerini tahmin ediyor. Sonra enerji fiyatları ve gıda fiyatları gibi değişkenlerin tahmin ufkunda alacakları değerler için farklı senaryolar oluşturuyor. Bu senaryolarda ortaya çıkan sonuçları, tahmin ettiği temel enflasyonun üzerine ekleyince de farklı senaryolar altında, tüketici enflasyonu tahminine ulaşıyor. Bu kadar basit değil; ama kabaca böyle. Düşünülebilecek bir alternatif, senaryoların daha muhafazakâr (kötümser dememek için) oluşturulması olabilir.
Bu, bir anlamda, mühendislerin yaptıkları hesaplamalarda bir de ‘güvenlik faktörü’ kullanmaları gibi bir şey. Geçmiş tecrübeler enflasyonun bir türlü düşmediğini gösteriyorsa, güvenlik faktörünün ‘artı enflasyon’ şeklinde eklenmesinin bir sakıncası olmamalı.
Bir de çarpıcı örnek var: Küresel krizin iyice şiddetlenmesinden sadece birkaç hafta önce yayınladığı Enflasyon Raporu’nda (Ağustos 2008), 2009’da ekonominin küçülmeyeceğini, ama büyüme de olmayacağını tahmin ettiği belirtiliyor Merkez Bankası’nın. Oysa 2009’da ekonominin yüzde 6.6 oranında küçüldüğüne dikkat çekiliyor.
Uzmanların ilk belirlemelerine göre kullanılmakta olan modelin temel eksikliği şu: Model, genel olarak finansal piyasalardaki, özelde de kredi koşullarındaki değişikliklerin ekonomi üzerindeki etkilerini yeterince yansıtmıyormuş.
Buraya kadar yazdıklarımda şimdi şu değişiklikler yapayım: ‘Gazete’ değil de ‘Telegraph’ olacak. ‘Merkez Bankası’ yerine ‘İngiltere Merkez Bankası’ gelecek. ‘7 milyon lira’ yerine ‘3.5 milyon sterin’ koymam gerekiyor. Geriye kalan ise aynen yerinde duracak.
Evet, bu haber İngiltere Merkez Bankası’nı ilgilendiriyor. İleriye yönelik tahmin yapanların işlerinin ne kadar zor olduklarını gayet güzel anlatıyor. Üstelik bu tahminleri yapan, tahminlere göre faiz kararı vermek durumunda olan bir merkez bankası için işin zorluk derecesi inanılmaz artıyor.
Türkiye’de de enflasyon tahminleri açısından durum farklı değil. Ağustos ayının başında bu diziye başladığımda, hem tahmin hatalarını gösteren, hem de tahminlerde sık aralıklarla yapılan önemli değişiklikleri özetleyen bazı tablolar vermiştim. Tekrarlamama gerek yok.
Enflasyon hedeflemesi rejiminin bizdeki uygulamasında neyin aksadığını ve dolayısıyla bu aksaklığa karşı ne yapılması gerektiğini sanıyorum yeterince ele aldım. Enflasyondaki temel göstergelere değil de ana tüketici enflasyonunun kendisine tepki vermek, artık giderek bana çok daha anlamlı geliyor. TCMB’nin bu alternatifi ciddi biçimde düşünmesi ve tartışması, hem kendi kredibilitesi için hem de herkes için yararlı olacak.
Ama iş ileriye yönelik tahminlere gelince, aynı keskinlikte ve açıklıkta bir öneri geliştirmek zor görünüyor. İngiltere için geçerli olan, Türkiye için daha çok geçerli. Çünkü bizim gibi ülkelerde enflasyon dış koşullardan çok etkileniyor ve tahmin yapmak gerçekten oldukça zor bir iş. Ama ne yapalım ki faiz kararlarını alabilmek için TCMB’nin bu tahminlere ihtiyacı var.
TCMB temel enflasyon göstergelerini tahmin ediyor. Sonra enerji fiyatları ve gıda fiyatları gibi değişkenlerin tahmin ufkunda alacakları değerler için farklı senaryolar oluşturuyor. Bu senaryolarda ortaya çıkan sonuçları, tahmin ettiği temel enflasyonun üzerine ekleyince de farklı senaryolar altında, tüketici enflasyonu tahminine ulaşıyor. Bu kadar basit değil; ama kabaca böyle. Düşünülebilecek bir alternatif, senaryoların daha muhafazakâr (kötümser dememek için) oluşturulması olabilir.
Bu, bir anlamda, mühendislerin yaptıkları hesaplamalarda bir de ‘güvenlik faktörü’ kullanmaları gibi bir şey. Geçmiş tecrübeler enflasyonun bir türlü düşmediğini gösteriyorsa, güvenlik faktörünün ‘artı enflasyon’ şeklinde eklenmesinin bir sakıncası olmamalı.
Fatih Özatay - Radikal - 02/09/2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)